BAŞLARKEN…

Fonksiyonel Tıp, vücut sağlığını genetik, fiziksel, ruhsal ve metabolik açıdan bir bütün olarak ele alan ve zaman zaman ortaya çıkan bozuklukların kaynağını saptamayı, saptanan bozuklukları bireye özgü olarak seçilmiş tedavi metotları ile sistemik olarak düzeltmeyi veya sağlık durumunun sürdürülmesini hedefleyen bir hasta/sağlıklı birey yönetim sürecidir.

Fonksiyonel tıbbın, klasik tıbba getirdiği iki yenilik ön plandadır. Bireysellik ve bütüncüllük. Bu yönleri ile “alternatif” veya “destekleyici” gibi isimlerden farklı olarak fonksiyonelliğe vurgu yapar. Gerçekten de fonksiyonel tıp, klasik tıbbın genel olarak kullandığı yöntemlere ilave olarak daha yeni genetik, biyokimyasal ve mikrobiyolojik testleri kullanır. Böylece kişiden kişiye oldukça büyük değişkenlik gösteren genetik, fiziksel, ruhsal ve metabolik süreçleri bireysel olarak değerlendirme ve tedavi etme imkanı sunar. Bu bağlamda ben kişisel olarak “tedavi etme” yerine de “hasta yönetimi” ifadesini tercih ediyorum.

Bireysellik, fonksiyonel tıpta neden büyük bir öneme sahip? Çünkü her bireyin beslenmesi, ihtiyaçları, sosyal ortamı ve “anamnez” sırasında sorguladığımız kişisel hikayesi tıpkı genetiği gibi biriciktir ve o bireye özgüdür. Bu nedenle her bireyin hastalık veya sağlık durumu ile ilişkili laboratuvar test sonuçları özel olarak ele alınmalıdır.

Bütüncüllük, klasik tıpta zaten var olan bir yaklaşım değil mi? Aslında tam olarak değil. Çünkü branşlaşma arttıkça her uzman kendi alanına yönelik semptomlara/şikayetlere odaklanıp bu semptomlarla veya laboratuvar sonuçları ile ilişkili esas etkene yönelik bütüncül bir sorgulamayı değişik nedenlerle her zaman etkili bir şekilde yapamamaktadır. Elbette bunda önemli nedenlerin başında hastaya gereken zamanın ayrılmaması gelir ancak branşlaşmanın da bunda büyük bir rol oynadığını düşünmekteyim. Bireyin bütüncül olarak değerlendirilmesindeki bu eksikliği hem hasta olarak sadece ilgili semptoma yönelik tedavilerle bir türlü iyileşemeyerek hem de hekim olarak aynı hastaları sürekli aynı şikâyetlerle farklı platformlarda görerek yaşıyoruz. İnsan metabolizması anlaşılabilir olması için kitaplarda ayrı ayrı parçalara bölünerek anlatılır ama vücutta tüm bu sistemler birbiri ile entegredir ve birbirini besleyen ırmaklar gibi sürekli bir akış halindedir. Bu akışta genetiğin ne kadar rolü varsa beslenme ve mikrobiyata gibi dışarı ile ilişkili etkenlerin de o derece önemi vardır. Bu nedenle hastaların semptomları ve şikayetleri bir bütün olarak ve birbiri ile ilişkili bir şekilde ele alınmalı ve sağlık durumu bütüncül olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak fonksiyonel tıpta “herkese uyan bir tedavi” modeli yerine bireysel ve bütünücül bir hasta yönetimi söz konusudur.

Doç. Dr. Zafer Yönden